Anne... Düştüğüm sokaklardan koşup geldim...
Sen çağırdın diye...
4'te devre, 8'de hava kararıyor...
Geciktim...
Özür dilerim...
Elim yüzüm kir, pas içinde...
Ne olur kızma...
Biraz daha kalayım böyle...
Yıkarsam çıkacak çocukluğum...
İzin ver anne...
Ne kadar kirliysem o kadar çocuğum...
O kadar toprak hala sokaklar...
Kat karşılığı dairelerle dolacak mahallemiz...
Ekmek almaya gönderdiğin bakkalın yerinde plaza olacak...
Gittiğimizde sevinçten deliye döndüğüm lunaparkın istimlâk bedeli ödenmiş...
Kovulmuş atlıkarıncalar...
Çarpışmış düzen...
Yola gidiyor çocukluğum...
Yoldan çıkıyor yine açgözlülük...
Yalvarırım anne!.,
Anla beni...
Siyah okul önlüğüm biraz daha üzerimde kalsın...
Sıradan bir okul günü olsun...
Cuma şahane olur misal...
Matematik defterimi gördün mü anne?..
Çabuk anne çabuk...
Zil çalacak beni senden...
Geç kalıyorum anne!..
Bırakma beni korkuyorum sensizlikten...
Yine sıkıca sar atkıyı camların buz tuttuğu bir kış günü...
Her nefesimde boğulayım düşlerimle okul yolunda...
Söz veriyorum tüyleri ağzıma girse de çözmeyeceğim atkıyı...
Zaten ne zaman çözsem, hiçbir zaman bağlayamadım senin gibi...
Anne...
Dur ne olur...
Gideceğim birazdan...
Dondurmacıyı bekleyelim en azından...
Ne zamandır uğramıyor anne...
Toplanalım yine pasaklı arkadaşlarla dondurma arabasının etrafında...
Ben balkonun altına geleyim para istemek için...
"Evde karpuz var, ne dondurması..." dediğinde anlamaya çalışacağım bu kez...
Vazgeçtim dondurmadan anne...
Karpuz da olur sen yeter ki kes...
Telaş etme...
Yıkayacağım elimi yüzümü az sonra...
Biliyorum benim iyiliğim için söylediğin her söz...
Bilmem ki üzdüm mü seni anne
Oyuna doymadım diye...
Sokaktan beriye gelmedim diye...
Geceler yarısı kaldırdım diye...
Ateşim vardı neyleyim anne...
Üşümüştüm, titriyordum...
Ki sen bilirsin anne...
Üzdüysem seni...
Affet!..
Affet ne olur anne...
Hiç geçmeyecekti zaman...
Hep yanımdaydın nasıl olsa...
Ben çocuk kalacaktım...
Sen anne...
Hayat, ekmek arası domates destekli gıdalar almak için eve uğrayabileceğim molalar verdirmedi daha sonra anne...
Önce sınavlar...
Sonra iş...
Bitmeyen projeler...
Kahveyle ayakta durulan geceler...
Hiç kimse, hiçbir iş beklemezdi öyle ya...
Sen neden mecburdun peki anne?..
Neydi bu sonsuz sabrının sebebi?..
İhmal ettim seni...
Özür dilerim anne...
Nazım sana geçiyordu kırdım...
Hem seni...
Hem porselenlerini...
Affet beni anne...
Affet!..
Gidiyorum şimdi...
Çocukluğumdan, heveslerimden, gülüşlerimden...
Uyuyanın üstüne karın yağdığı, üstümün açık kaldığı geceden...
Biliyorum uyandırmadan örtersin yine...
Aslında her defasında uyanmıştım...
Fakat sen duruma uy anmamıştın...
Keyfini çıkardım annem oluşunun...
Şükrettim...
Teşekkür ettim...
Bilmem ki üzdüm mü seni anne...
Oyuna doymadım diye...
Sokaktan beriye gelmedim diye.
Geceler yarısı kaldırdım diye...
Ateşim vardı neyleyim anne...
Üşümüştüm, titriyordum...
Ki sen bilirsin anne...
Üzdüysem seni...
Affet...
Affet ne olur anne...
Zeki Kayahan Coşkun’un
Meğer Annem Haklıymış Kitabından